Geride bıraktığımız şampiyona üzerine yaptığım takım bazında
değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum:
Öncelikle milli takımımızla başlayalım. Sporun her dalında
olduğu gibi basketbolda da milli takımımızın en öne çıkan özelliği yüreğini
ortaya koyması. Bunu turnuva başlamadan önce de biliyorduk ancak sahaya
yansıtılıp yansıtılamayacağı konusunda endişelerim vardı. Bunun sebebi kâğıt
üstünde kadronun yetersiz olduğunu düşünmemdi. Ancak milli takım beklenenin
üzerinde bir turnuva çıkardı ve ana karakteristiği olan yürekle oynama
faktörünü bir kez daha hatırlattı.
Başlangıçta hedefin gruptan çıkma olduğu söylendi. Milli
takım ne kadar eksik olursa olsun, gruptan çıkmak standartların çok altında bir
hedefti. Grup sonrası aşamada karşımıza çıkacak rakibin kestirilememesi üzerine
böyle bir ön açıklama yapıldı diye düşünüyorum.
Sinan Güler ve Emir Preldzic’e değineyim. Sinan mükemmel bir
turnuva geçirdi. Atletik özelliklerini hücumdaki yaratıcılığıyla birleştirince
özellikle grup aşamasından sonraki maçlarda takım için ateşleyici görevini
üstlendi. Kritik anlarda attığı ters turnikeleri oldukça başarılıydı. Geçtiğimiz
sezonun sonlarına doğru artan form grafiğinin üzerine çok iyi performans sergilediği
bu turnuva sonrasında, onun zirve noktasına ulaştığını söyleyebilirim. Emir
Preldzic’in takımdaki görevi oldukça kritikti. Maçlarda da görüldüğü üzere
milli takım skor üretme anlamında çok sıkıntı çekti, zaten turnuva öncesi
kadroya baktığımızda da bunun olacağını tahmin ediyordum. Bu görevin
yüklenebileceği tek isim olarak göze çarpan Emir, görevin altından kalktı
diyebiliriz. Takımın tıkandığı anlar elbette ki oldu ancak Emir’in alışık
olmadığı bu görevde takımı her maç taşımasını beklemek de acımasızlık olurdu.
Avustralya maçında tarih yazdı. Kendisine verilen görevin beraberinde getirdiği
özgüven son iki topta üçlük çizginin birkaç adım gerisinden 2 isabet bulmasını
sağladı. Bu performans, Avustralya maçını ve onu unutulmazlar arasına soktu.
Emir’in milli takımı iyiden iyiye benimsediğini görüyoruz ve artık onu kemik
kadrodan saymak çok da yanlış olmaz.
Pota altında Ömer Aşık adeta bir duvar gibiydi. ABD dahil
olmak üzere tüm rakiplerin içeriye drive eden oyuncularının korkulu rüyası
oldu. Pozisyonu itibariyle turnuvanın en iri adamlarıyla sürekli itişmek
durumda kalan Ömer, NBA’de geliştirdiği savunmasını tüm Türkiye’ye izlettirmiş
oldu. Rakip pivotların post-up oyunlarında sağlam durdu ve kimi zaman
yarım-hook gibi atışları bloklayarak rakip takımların rüzgârını kesti. Hücumda
kendi pozisyonunu yaratmakta zorluk çeken bir isim olduğunu düşünürsek,
guardlarımızın bitirmesi için ona aktardığı toplarda hiç hata yapmaması
önemliydi. Bu noktada yine NBA’de edindiği tecrübenin çok büyük katkısı var.
Çünkü parlamasını sağlayan ribaund ve savunma özelliklerinin yanında sayı üretmekte
çok sıkıntıları vardı. Ama zamanla pota altında boş top alarak ya da hücum
ribauntlarıyla sayı bularak bu handikabı da aştı diyebiliriz.
Ömer’le kıyasladığımızda daha hareketli bir oyuncu olan
Kerem Gönlüm de 36 yaşında yapabileceğinin en iyisini yaptı diyebiliriz.
Tecrübe anlamında o ve Kerem Tunçeri’nin varlığı değerliydi. Ender Arslan
üçlükleriyle takıma can verdi ayrıca oyun kurucu görevini de iyi üstlendi
diyebilirim. O da artık milli takımın tecrübeli isimlerinden, ortaya konan
ruhun bir parçası olmayı her daim başarıyor. Cenk olumlu işler yaptı, 17 sayı
geriden gelinip kazanılan Finlandiya maçında son saniyelerde maçı uzamaya
götüren üçlüğü kaydetti ve milli takım jeneriklerindeki yerini aldı. Oğuz Savaş
hakkında ilerleyen günlerde kısa bir yazı paylaşacağım.
Özetle bu eksik milli takım için çeyrek final iyi bir
başarı. Skor üretmede sıkıntılar yaşadık ama yine de beklentilerin üzerinde bir
turnuva çıkarttık. Yine herkes yüreğini koydu, yine bizler inanılmaz heyecanlı
maçlar seyrettik. Çeyrek finalde karşılaştığımız Litvanya, takım kurgusundan
ziyade beklenmedik anda gelen üçlükleriyle bizi yıktı diyebiliriz. Litvanya
öncesi rakiplerimizde ABD hariç basketbol kültürü oturmuş bir rakip yoktu.
Ancak Litvanya, gerek ulusal takımlarıyla gerekse yıllardır hep tepeye oynayan
milli takımıyla bu kültüre sahip bir takımdı. Yenebilirdik ancak çok boş şut
kaçırdık, onlar daha basit atışlarda sayı bulmayı tercih ettiler. Biz üçlükler
deneyerek çok yanlış yaptık diyemeyeceğim çünkü atışların hepsi bomboştu.
Kaçması talihsizlik oldu. 12 Dev Adam’a
ve koç Ergin Ataman’a teşekkürler.
Şampiyon ABD ile devam edelim. Daha önce de söyledim, bu onların
sporu. NBA’de oynanan basketbol çok farklı bir boyut ve oradaki oyuncular
turnuvada bir rekabetin oluşmasına fırsat vermeyecek kadar yetenekliler. Bu durum son yılların en keyifsiz final maçını izlemememize neden oldu.
Geçtiğimiz ay blogda James Harden’ın egosu yüksek açıklamaları üzerine 2 yazı
paylaşmıştım. Harden’ın oyunu hakkında bir şeyler yazmak bugüne kısmetmiş.
Gerçek bir lider gibi oynadı. Skorda ne zaman katkı yapmak istese durdurulamadı.
Hücum becerileri anlamında NBA’de bile üst düzeyde olan Harden, turnuvada
oldukça rahattı diyebilirim. ABD maçlarında farkın aniden açılmasında onun
üçlük atışlarının payı büyük. Ayrıca içeriye yüklenip, smaç ve turnikeyle
bitirdiği oyunlar da azımsanamayacak derecede fazlaydı. Rakip takımlar onu faul
yapmak haricinde engelleyemedi. Hücumda sayı atmanın yanı sıra kimi zaman topu
eline alıp oyun kurma görevini de üstlendi. Pota altında boş oyuncuları buldu,
takımı çok iyi yönettiğini düşünüyorum.
ABD adına turnuvada parlayan isim Kenneth Faried oldu. Hemen
hemen hiçbir hücum silahı olmayan Faried, hırslı oyunuyla rakipleri perişan
etti. Guardlar onu çok iyi besledi ama bunun haricinde kendi çabalarıyla çok
sayıyı yoktan var etti. İnanılmaz atletik bir oyuncu, rakip pivotlar karşısında
bu özelliği ekstra işine yaradı. Her topa burnunu soktu, savunmada rahatsız
etti. Beklenmeyen derecede iyi bir turnuva geçirdi. Kısa kısa diğer isimlerden
bahsedeyim. Anthony Davis, kendisine yüklenen süperstar sıfatını yavaş yavaş
benimsiyor. Savunmada bloklarıyla etkiliydi, hücumda da durdurulamadı,
fundementalları oldukça iyi. Kyrie Irving, Stephen Curry, Klay Thompson üçlüsü
de ABD’nin hücumunda çok büyük pay sahibiydi. Curry ve Thompson gibi acımasız
üçlükçülerin, rakip ya da savunma tanımaksızın isabet bulmasını bekliyordum
zaten. Irving de crossoverları, top hâkimiyeti ve üçlükleriyle rakip guardlardan çok ileri
seviyedeydi. Bu seviye farkı sonucunda yeteneklerini tam anlamıyla gösterdiği bir turnuva geçirdi ve MVP ödülü kaptı. DeMarcus Cousins da kenardan gelerek iyi katkı verdi. Rose
sakatlıktan dönmesi sebebiyle çok sorumluluk almadığı turnuvadaki oyunuyla
bizlere iyileştiğini gösterdi diyebilirim.
Yani bu oyuncular zaten NBA’de de yıldız seviyesinde
isimler, milli takımda garbage time oyuncusu olarak oynayan DeMarr Derozan bile
ligde maç başına 20+ sayı bulan bir isim. NBA’de alıştığımız bildiğimiz
yeteneklerini burada daha rahat ortaya koyuyorlar. Bir takım olmalarına çok da
gerek yok aslında, ligden herkes birbirini çok iyi tanıyor. Onlar için bireysel
yetenekler, takım olgusu oluşturup sonuca gitmekten çok daha etkili. Belli
başlı görevler oyunculara dağıtılıyor, özgürlükler veriliyor, bunun haricinde
tamamen takılmaya, hızlı koşmaya, uçmaya, kaçmaya, keyif almaya yönelik bir
basketbolla altın madalya geliyor. Buna alıştık artık. Onlar için turnuvayı kazanmak
bir sevinç ama kazanamamak bir küfür gibi adeta.
Sırbistan’ın finale çıkması hiçbir zaman sürpriz değil bana
kalırsa. Milos Teodosic, Avrupa basketbolunun kralı. Bu tip turnuvalarda onun
olduğu bir takımın geldiği noktaya şaşırmamalı. En son şampiyonada milli
takımımız onlara tokadı vurmuştu, yoksa yine finaldelerdi hatırlarsanız.
Teodosic önderliğindeki Sırbistan, Bogdanovic ve Bjelica gibi oyuncular da
beklenilenin üzerinde oynayınca, turnuvayı madalyayla kapattı. Bogdanovic ve
Teodosic üçlükleri mesafe tanımaksızın soktu. Nenad Krstic’i NBA’den ayrıldığından
beri pek takip etmiyordum. O da üçlük atar hale gelmiş. Bu noktada skor
problemini aşan Sırpların yarı finalde İspanya’ya takılması beklenirken
karşılarında bir anda Fransa’yı bulunca acımadılar. Acımadılar derken Fransa
ikinci yarıda ve oyunun sonunda onları baya bir salladı ama yıkamadı bunu da
ekleyelim. Finalde ABD karşısında hiç direnemediler. Maç ikinci periyot bitti desek yanlış olmaz.
Fransa, İspanya’yı eleyerek turnuvanın sürprizine imza attı. Ev sahibi takımın finale çıkmasına herkes kesin gözüyle bakıyordu.
Hatta kendileri de böyle düşünüyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Fransa
onlara çeyrek finalde dur dedi. Üçüncülük maçında da Litvanya’yı yenip bronz
madalyayı kaptılar. Tony Parker’ın olmadığı turnuvada bronz madalya almalarını
kimse beklemiyordu elbette.
Fransa’ya biraz daha detaylı bakalım. Öncelikle NBA
oyuncuları Nicolas Batum ve Boris Diaw takımı çok güzel götürdüler. Batum,
atletik özellikleri çok ileri seviyede olan bir isim, bunu kullanmaktan hiç
çekinmedi ve ayrıca takımın skor yükünü çekme görevini de üstlendi. Yarı
finalde elendikleri Sırbistan maçında attığı 35 sayının 17’sini son çeyrekte
atan Batum, ortaya gerçekten bir yürek koydu diyebilirim, madalyayla ve en iyi 5'le ödüllendirilmesi hoş oldu. Kimi pozisyonlarda sanki kolları uzuyor gibi geliyor
bana, çok yönlü ve etkileyici bir isim.
Ama çok yönlü dedi mi bunun karşılığı kesinlikle Boris
Diaw’dır. Diaw tam bir joker adam. Her işi yapabiliyor. İnanılmaz bir cüssesi
var ve bunun yanı sıra müthiş bir pas yeteneği var. Gidip pivotu savunuyor,
hücuma kalktığında pası dağıtıyor. Mükemmel yararlı bir oyuncu onun hakkında
önümüzdeki günlerde bir yazı paylaşacağım için kısa kesiyorum. Diaw’ın pota
altı oyuncusu olarak görev aldığı zamanlarda kısalan beşiyle Fransa rakip
takımların şutlarını çok iyi engelledi. Özellikle üçüncülük maçında Litvanya’ya
bu taktikle problem yaratmayı başardılar.
Fransa’da pivot olarak görev alan Gobert’i daha önce izleme
fırsatım olmamıştı. 2.15’lik boyu ve uzun kollarının yanı sıra sahadaki tüm
hareketleri bana JaVale McGee’yi anımsattı. Sanki o oynuyor gibi izledim
maçlarını. Kimseye ribaunt vermedi, özellikle İspanya maçında iyi bir savaşçı
olarak beni etkiledi. NBA’de oynadığını Murat Kosova söyleyince öğrendim. Bu
sezon ona ekstra dikkat edeceğim. Gelabele, Pietrus gibi milli takıma kazık
çakmış isimler de turnuvada görev aldı. Bu adamları seviyorum, sebebi de çok
iyi birer görev adamı olmaları. Takıma enerji getiriyorlar ve onlar oyuna
girince bunu anlıyorsunuz.
Fransa takımı tıpkı milli takımımız gibi maçın sonlarında
doğru açıldı turnuva boyunca. Sırbistan maçında Batum önderliğinde 15 sayıdan çok
iyi bir geri dönüş yaptılar ancak başaramadılar. Litvanya maçında da 8 sayı
geriye düştüler, rakip takımın sayı bulmasını engelleyemiyorken kısa beşe dönüp
kilidi çözdüler ve madalyayı kaptılar. Onlar adına en büyük olay da tabi ki ev
sahibi İspanya’yı elemeleri oldu ama o maçta ortaya koydukları oyun İspanya’dan
çok ilerdeydi. Madalyayı sonuna kadar hak ettiler.
Litvanya’ya da bir parantez açalım. Yukarıda da söylediğim
gibi basketbol kültürü olan bir ülke. Dördüncülük onlar için şaşırılacak bir
nokta değil. NBA’de Toronto Raptors’dan tanıdığımız Valanciunas takımı taşıyan
isim oldu. Milli takımımıza karşı pota altında çok iyi mücadele etti. Partneri
Motiejunas’ın ondan bir tık altta performans gösterdiğini düşünürsek, Valanciunas’ın
omuzlarında 1.5 kat yük vardı diyebilirim. Çoğu maçların sonunda kamera ona
çevrildiğinde yorgunluktan bitmiş halde olduğunu gördük. Üçüncülük maçında da
hem savunma hem de hücumda çok çabaladı ama yetmedi. Ama yine de turnuvanın
akılda kalan oyuncuları arasında yerini aldı. Litvanya’da yıllardan beri
alıştığımız Lavrinovic kardeşler bu sefer görev adamı rolündeydi. Milli
takımımıza karşı da bu rolü çok iyi oynayarak maçın kopmasını sağladılar.
Elenmemizde ve direncimizin kırılmasında o üçlüklerin payı büyüktü. Litvanya
adına konuşmamız gereken son isim de kuşkusuz Seibutis. Turnuva boyunca takımın
skor yükünü Valanciunas’la birlikte çekti. Çok ekstra üçlükler bulmasının yanı
sıra rakip savunmaları hazırlıksız yakalayarak kendine boş turnikeler yarattı.
Rakip takımların 20 saniye hücum ederek sayı bulmasının ardından onu koştura
koştura cevap vermesi bir anlamda sinir bozucu bir etki de yaptı diyebilirim.
Önümüzdeki sezon Darrüşafaka Doğuş’ta oynayacakmış. Ligimizde de çok başarılı
olacağını düşünüyorum.
Bu takımlar haricinde turnuvanın favorileri arasında yer
alan İspanya’nın elenmesi büyük olay oldu. Ergin Ataman’a İspanya’daki turnuva
atmosferi sorulduğunda herkesin ABD-İspanya finali kesin olucakmışcasına
hareket ettiğini söylemişti. (Ergin Ataman ayrıca turnuva organizasyonunu çok amatör olduğunu söyledi. Söylediğine göre 7 takım aynı otelde kalmış. Açık büfe kuyruklarında karışık bir şekilde bekleyerek yemekler alınmış falan, hiç hoş değil gerçekten İspanya’ya yakışmayan bir durum. Milli takım salonda antrenman yaparken de bir takım sıkıntılar yaşanmış. İspanyollar ABD ile final oynamaya çok odaklı olduklarından dolayı bu tip detayları atladılar herhalde.) Onlar için de büyük bir şok olduğu kesin ama hak
eden kesinlikle Fransa’ydı. Pau Gasol ilerleyen yaşına rağmen yine mükemmel
oynadı. Bu tip turnuvaları asla küçümsemiyor ve her daim takımındakini yerini
alıyor. Turnuvayı neredeyse 20 sayı ortalamayla tamamlayan Gasol’ün yaşının
oyununu etkilemediğini bir kez daha gördük. Zaten atletizm ve hıza dayalı bir
oyunu olmadığı için çok da şaşırtıcı bir durum değil. Önümüzdeki sezon Joakim
Noah ile beraber Chicago Bulls’ta çok iyi bir pota altı ikilisi olacaklar. Pau Gasol
emekli olana kadar elit bir uzun olarak kalacaktır.
Son olarak turnuva ödüllerini de değerlendirip yazıyı bitireyim. En iyi 5'te James Harden'ın yer alması gerekiyordu diye düşünüyorum. Murat Kosova ve İhsan Bayülken de ödüller verilirken bunu dile getirdiler. Harden'ın MVP olmasını beklerken onu ilk 5'te görememek oldukça enteresan oldu. Takımın lideri konumundaydı ve gerek skor gerekse asist anlamında sürükleyici güç oydu. Burada olması gerekiyordu. ABD takımından Kyrie Irving, Harden'la beraber takımı taşıyan 2. isimdi. Özellikle final maçında üçlükleriyle damga vurdu ve maçın erken kopmasını sağladı. Kenneth Faried grup maçlarında çok ekstra oynadığı için burada. Sonlara doğru biraz daha geri planda kalsa da, ABD maçlarının en az yarısında gözler onun üzerindeydi. Pau Gasol çok iyi bir turnuva geçirdi fakat çeyrek finalde elenen takımın oyuncusu en iyi ilk 5'te yer almamalıydı. 4. olan Litvanya'nın pivotu Jonas Valanciunas turnuva boyunca daha göz önündeydi ve çok efor sarfetti. O alınabilirdi. Neticede bu biraz da takım başarısı işidir. Gasol gerçekten çok başarılıydı ve 34 yaşında olmasına rağmen İspanya'nın en iyi oyuncusuydu. Turnuvanın da İspanya'da düzenlemesi, Gasol'ün son turnuvası falan derken bir onurlandırma gibi oldu. Nicolas Batum, turnuva boyunca Fransa'nın beklenenden ileriye gitmesinde büyük pay sahibiydi, üçüncülük maçı ve yarı final maçında ise turnuvaya damga vuran performanslara imza attı. Özellikle Sırbistan'a kaybedilen maçtaki 35 sayılık performansı, turnuvanın en iyisiydi diyebilirim. Son olarak Milos Teodosic, geçirdiği en iyi turnuvada bu ödülü hak ediyordu kesinlikle. Sırbistan'ın finale gelmesinde en büyük paya sahip oyuncu ve gerçek bir Avrupa basketbolu efsanesinin böyle onurlandırıldığını görmek güzeldi.
Güzel bir değerlendirme olmuş
YanıtlaSil