16 Eylül 2014 Salı

Dünya Basketbol Şampiyonası Geniş Değerlendirme


Geride bıraktığımız şampiyona üzerine yaptığım takım bazında değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum:


Öncelikle milli takımımızla başlayalım. Sporun her dalında olduğu gibi basketbolda da milli takımımızın en öne çıkan özelliği yüreğini ortaya koyması. Bunu turnuva başlamadan önce de biliyorduk ancak sahaya yansıtılıp yansıtılamayacağı konusunda endişelerim vardı. Bunun sebebi kâğıt üstünde kadronun yetersiz olduğunu düşünmemdi. Ancak milli takım beklenenin üzerinde bir turnuva çıkardı ve ana karakteristiği olan yürekle oynama faktörünü bir kez daha hatırlattı.

Başlangıçta hedefin gruptan çıkma olduğu söylendi. Milli takım ne kadar eksik olursa olsun, gruptan çıkmak standartların çok altında bir hedefti. Grup sonrası aşamada karşımıza çıkacak rakibin kestirilememesi üzerine böyle bir ön açıklama yapıldı diye düşünüyorum.

Sinan Güler ve Emir Preldzic’e değineyim. Sinan mükemmel bir turnuva geçirdi. Atletik özelliklerini hücumdaki yaratıcılığıyla birleştirince özellikle grup aşamasından sonraki maçlarda takım için ateşleyici görevini üstlendi. Kritik anlarda attığı ters turnikeleri oldukça başarılıydı. Geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru artan form grafiğinin üzerine çok iyi performans sergilediği bu turnuva sonrasında, onun zirve noktasına ulaştığını söyleyebilirim. Emir Preldzic’in takımdaki görevi oldukça kritikti. Maçlarda da görüldüğü üzere milli takım skor üretme anlamında çok sıkıntı çekti, zaten turnuva öncesi kadroya baktığımızda da bunun olacağını tahmin ediyordum. Bu görevin yüklenebileceği tek isim olarak göze çarpan Emir, görevin altından kalktı diyebiliriz. Takımın tıkandığı anlar elbette ki oldu ancak Emir’in alışık olmadığı bu görevde takımı her maç taşımasını beklemek de acımasızlık olurdu. Avustralya maçında tarih yazdı. Kendisine verilen görevin beraberinde getirdiği özgüven son iki topta üçlük çizginin birkaç adım gerisinden 2 isabet bulmasını sağladı. Bu performans, Avustralya maçını ve onu unutulmazlar arasına soktu. Emir’in milli takımı iyiden iyiye benimsediğini görüyoruz ve artık onu kemik kadrodan saymak çok da yanlış olmaz.

Pota altında Ömer Aşık adeta bir duvar gibiydi. ABD dahil olmak üzere tüm rakiplerin içeriye drive eden oyuncularının korkulu rüyası oldu. Pozisyonu itibariyle turnuvanın en iri adamlarıyla sürekli itişmek durumda kalan Ömer, NBA’de geliştirdiği savunmasını tüm Türkiye’ye izlettirmiş oldu. Rakip pivotların post-up oyunlarında sağlam durdu ve kimi zaman yarım-hook gibi atışları bloklayarak rakip takımların rüzgârını kesti. Hücumda kendi pozisyonunu yaratmakta zorluk çeken bir isim olduğunu düşünürsek, guardlarımızın bitirmesi için ona aktardığı toplarda hiç hata yapmaması önemliydi. Bu noktada yine NBA’de edindiği tecrübenin çok büyük katkısı var. Çünkü parlamasını sağlayan ribaund ve savunma özelliklerinin yanında sayı üretmekte çok sıkıntıları vardı. Ama zamanla pota altında boş top alarak ya da hücum ribauntlarıyla sayı bularak bu handikabı da aştı diyebiliriz.

Ömer’le kıyasladığımızda daha hareketli bir oyuncu olan Kerem Gönlüm de 36 yaşında yapabileceğinin en iyisini yaptı diyebiliriz. Tecrübe anlamında o ve Kerem Tunçeri’nin varlığı değerliydi. Ender Arslan üçlükleriyle takıma can verdi ayrıca oyun kurucu görevini de iyi üstlendi diyebilirim. O da artık milli takımın tecrübeli isimlerinden, ortaya konan ruhun bir parçası olmayı her daim başarıyor. Cenk olumlu işler yaptı, 17 sayı geriden gelinip kazanılan Finlandiya maçında son saniyelerde maçı uzamaya götüren üçlüğü kaydetti ve milli takım jeneriklerindeki yerini aldı. Oğuz Savaş hakkında ilerleyen günlerde kısa bir yazı paylaşacağım.

Özetle bu eksik milli takım için çeyrek final iyi bir başarı. Skor üretmede sıkıntılar yaşadık ama yine de beklentilerin üzerinde bir turnuva çıkarttık. Yine herkes yüreğini koydu, yine bizler inanılmaz heyecanlı maçlar seyrettik. Çeyrek finalde karşılaştığımız Litvanya, takım kurgusundan ziyade beklenmedik anda gelen üçlükleriyle bizi yıktı diyebiliriz. Litvanya öncesi rakiplerimizde ABD hariç basketbol kültürü oturmuş bir rakip yoktu. Ancak Litvanya, gerek ulusal takımlarıyla gerekse yıllardır hep tepeye oynayan milli takımıyla bu kültüre sahip bir takımdı. Yenebilirdik ancak çok boş şut kaçırdık, onlar daha basit atışlarda sayı bulmayı tercih ettiler. Biz üçlükler deneyerek çok yanlış yaptık diyemeyeceğim çünkü atışların hepsi bomboştu. Kaçması talihsizlik oldu.  12 Dev Adam’a ve koç Ergin Ataman’a teşekkürler.


Şampiyon ABD ile devam edelim. Daha önce de söyledim, bu onların sporu. NBA’de oynanan basketbol çok farklı bir boyut ve oradaki oyuncular turnuvada bir rekabetin oluşmasına fırsat vermeyecek kadar yetenekliler. Bu durum son yılların en keyifsiz final maçını izlemememize neden oldu. 

Geçtiğimiz ay blogda James Harden’ın egosu yüksek açıklamaları üzerine 2 yazı paylaşmıştım. Harden’ın oyunu hakkında bir şeyler yazmak bugüne kısmetmiş. Gerçek bir lider gibi oynadı. Skorda ne zaman katkı yapmak istese durdurulamadı. Hücum becerileri anlamında NBA’de bile üst düzeyde olan Harden, turnuvada oldukça rahattı diyebilirim. ABD maçlarında farkın aniden açılmasında onun üçlük atışlarının payı büyük. Ayrıca içeriye yüklenip, smaç ve turnikeyle bitirdiği oyunlar da azımsanamayacak derecede fazlaydı. Rakip takımlar onu faul yapmak haricinde engelleyemedi. Hücumda sayı atmanın yanı sıra kimi zaman topu eline alıp oyun kurma görevini de üstlendi. Pota altında boş oyuncuları buldu, takımı çok iyi yönettiğini düşünüyorum.

ABD adına turnuvada parlayan isim Kenneth Faried oldu. Hemen hemen hiçbir hücum silahı olmayan Faried, hırslı oyunuyla rakipleri perişan etti. Guardlar onu çok iyi besledi ama bunun haricinde kendi çabalarıyla çok sayıyı yoktan var etti. İnanılmaz atletik bir oyuncu, rakip pivotlar karşısında bu özelliği ekstra işine yaradı. Her topa burnunu soktu, savunmada rahatsız etti. Beklenmeyen derecede iyi bir turnuva geçirdi. Kısa kısa diğer isimlerden bahsedeyim. Anthony Davis, kendisine yüklenen süperstar sıfatını yavaş yavaş benimsiyor. Savunmada bloklarıyla etkiliydi, hücumda da durdurulamadı, fundementalları oldukça iyi. Kyrie Irving, Stephen Curry, Klay Thompson üçlüsü de ABD’nin hücumunda çok büyük pay sahibiydi. Curry ve Thompson gibi acımasız üçlükçülerin, rakip ya da savunma tanımaksızın isabet bulmasını bekliyordum zaten. Irving de crossoverları, top hâkimiyeti ve üçlükleriyle rakip guardlardan çok ileri seviyedeydi. Bu seviye farkı sonucunda yeteneklerini tam anlamıyla gösterdiği bir turnuva geçirdi ve MVP ödülü kaptı. DeMarcus Cousins da kenardan gelerek iyi katkı verdi. Rose sakatlıktan dönmesi sebebiyle çok sorumluluk almadığı turnuvadaki oyunuyla bizlere iyileştiğini gösterdi diyebilirim.

Yani bu oyuncular zaten NBA’de de yıldız seviyesinde isimler, milli takımda garbage time oyuncusu olarak oynayan DeMarr Derozan bile ligde maç başına 20+ sayı bulan bir isim. NBA’de alıştığımız bildiğimiz yeteneklerini burada daha rahat ortaya koyuyorlar. Bir takım olmalarına çok da gerek yok aslında, ligden herkes birbirini çok iyi tanıyor. Onlar için bireysel yetenekler, takım olgusu oluşturup sonuca gitmekten çok daha etkili. Belli başlı görevler oyunculara dağıtılıyor, özgürlükler veriliyor, bunun haricinde tamamen takılmaya, hızlı koşmaya, uçmaya, kaçmaya, keyif almaya yönelik bir basketbolla altın madalya geliyor. Buna alıştık artık. Onlar için turnuvayı kazanmak bir sevinç ama kazanamamak bir küfür gibi adeta.


Sırbistan’ın finale çıkması hiçbir zaman sürpriz değil bana kalırsa. Milos Teodosic, Avrupa basketbolunun kralı. Bu tip turnuvalarda onun olduğu bir takımın geldiği noktaya şaşırmamalı. En son şampiyonada milli takımımız onlara tokadı vurmuştu, yoksa yine finaldelerdi hatırlarsanız. Teodosic önderliğindeki Sırbistan, Bogdanovic ve Bjelica gibi oyuncular da beklenilenin üzerinde oynayınca, turnuvayı madalyayla kapattı. Bogdanovic ve Teodosic üçlükleri mesafe tanımaksızın soktu. Nenad Krstic’i NBA’den ayrıldığından beri pek takip etmiyordum. O da üçlük atar hale gelmiş. Bu noktada skor problemini aşan Sırpların yarı finalde İspanya’ya takılması beklenirken karşılarında bir anda Fransa’yı bulunca acımadılar. Acımadılar derken Fransa ikinci yarıda ve oyunun sonunda onları baya bir salladı ama yıkamadı bunu da ekleyelim. Finalde ABD karşısında hiç direnemediler. Maç ikinci periyot bitti desek yanlış olmaz.


Fransa, İspanya’yı eleyerek turnuvanın sürprizine imza attı. Ev sahibi takımın finale çıkmasına herkes kesin gözüyle bakıyordu. Hatta kendileri de böyle düşünüyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Fransa onlara çeyrek finalde dur dedi. Üçüncülük maçında da Litvanya’yı yenip bronz madalyayı kaptılar. Tony Parker’ın olmadığı turnuvada bronz madalya almalarını kimse beklemiyordu elbette.

Fransa’ya biraz daha detaylı bakalım. Öncelikle NBA oyuncuları Nicolas Batum ve Boris Diaw takımı çok güzel götürdüler. Batum, atletik özellikleri çok ileri seviyede olan bir isim, bunu kullanmaktan hiç çekinmedi ve ayrıca takımın skor yükünü çekme görevini de üstlendi. Yarı finalde elendikleri Sırbistan maçında attığı 35 sayının 17’sini son çeyrekte atan Batum, ortaya gerçekten bir yürek koydu diyebilirim, madalyayla ve en iyi 5'le ödüllendirilmesi hoş oldu. Kimi pozisyonlarda sanki kolları uzuyor gibi geliyor bana, çok yönlü ve etkileyici bir isim.

Ama çok yönlü dedi mi bunun karşılığı kesinlikle Boris Diaw’dır. Diaw tam bir joker adam. Her işi yapabiliyor. İnanılmaz bir cüssesi var ve bunun yanı sıra müthiş bir pas yeteneği var. Gidip pivotu savunuyor, hücuma kalktığında pası dağıtıyor. Mükemmel yararlı bir oyuncu onun hakkında önümüzdeki günlerde bir yazı paylaşacağım için kısa kesiyorum. Diaw’ın pota altı oyuncusu olarak görev aldığı zamanlarda kısalan beşiyle Fransa rakip takımların şutlarını çok iyi engelledi. Özellikle üçüncülük maçında Litvanya’ya bu taktikle problem yaratmayı başardılar.

Fransa’da pivot olarak görev alan Gobert’i daha önce izleme fırsatım olmamıştı. 2.15’lik boyu ve uzun kollarının yanı sıra sahadaki tüm hareketleri bana JaVale McGee’yi anımsattı. Sanki o oynuyor gibi izledim maçlarını. Kimseye ribaunt vermedi, özellikle İspanya maçında iyi bir savaşçı olarak beni etkiledi. NBA’de oynadığını Murat Kosova söyleyince öğrendim. Bu sezon ona ekstra dikkat edeceğim. Gelabele, Pietrus gibi milli takıma kazık çakmış isimler de turnuvada görev aldı. Bu adamları seviyorum, sebebi de çok iyi birer görev adamı olmaları. Takıma enerji getiriyorlar ve onlar oyuna girince bunu anlıyorsunuz. 

Fransa takımı tıpkı milli takımımız gibi maçın sonlarında doğru açıldı turnuva boyunca. Sırbistan maçında Batum önderliğinde 15 sayıdan çok iyi bir geri dönüş yaptılar ancak başaramadılar. Litvanya maçında da 8 sayı geriye düştüler, rakip takımın sayı bulmasını engelleyemiyorken kısa beşe dönüp kilidi çözdüler ve madalyayı kaptılar. Onlar adına en büyük olay da tabi ki ev sahibi İspanya’yı elemeleri oldu ama o maçta ortaya koydukları oyun İspanya’dan çok ilerdeydi. Madalyayı sonuna kadar hak ettiler.


Litvanya’ya da bir parantez açalım. Yukarıda da söylediğim gibi basketbol kültürü olan bir ülke. Dördüncülük onlar için şaşırılacak bir nokta değil. NBA’de Toronto Raptors’dan tanıdığımız Valanciunas takımı taşıyan isim oldu. Milli takımımıza karşı pota altında çok iyi mücadele etti. Partneri Motiejunas’ın ondan bir tık altta performans gösterdiğini düşünürsek, Valanciunas’ın omuzlarında 1.5 kat yük vardı diyebilirim. Çoğu maçların sonunda kamera ona çevrildiğinde yorgunluktan bitmiş halde olduğunu gördük. Üçüncülük maçında da hem savunma hem de hücumda çok çabaladı ama yetmedi. Ama yine de turnuvanın akılda kalan oyuncuları arasında yerini aldı. Litvanya’da yıllardan beri alıştığımız Lavrinovic kardeşler bu sefer görev adamı rolündeydi. Milli takımımıza karşı da bu rolü çok iyi oynayarak maçın kopmasını sağladılar. Elenmemizde ve direncimizin kırılmasında o üçlüklerin payı büyüktü. Litvanya adına konuşmamız gereken son isim de kuşkusuz Seibutis. Turnuva boyunca takımın skor yükünü Valanciunas’la birlikte çekti. Çok ekstra üçlükler bulmasının yanı sıra rakip savunmaları hazırlıksız yakalayarak kendine boş turnikeler yarattı. Rakip takımların 20 saniye hücum ederek sayı bulmasının ardından onu koştura koştura cevap vermesi bir anlamda sinir bozucu bir etki de yaptı diyebilirim. Önümüzdeki sezon Darrüşafaka Doğuş’ta oynayacakmış. Ligimizde de çok başarılı olacağını düşünüyorum.

Bu takımlar haricinde turnuvanın favorileri arasında yer alan İspanya’nın elenmesi büyük olay oldu. Ergin Ataman’a İspanya’daki turnuva atmosferi sorulduğunda herkesin ABD-İspanya finali kesin olucakmışcasına hareket ettiğini söylemişti. (Ergin Ataman ayrıca turnuva organizasyonunu çok amatör olduğunu söyledi. Söylediğine göre 7 takım aynı otelde kalmış. Açık büfe kuyruklarında karışık bir şekilde bekleyerek yemekler alınmış falan, hiç hoş değil gerçekten İspanya’ya yakışmayan bir durum. Milli takım salonda antrenman yaparken de bir takım sıkıntılar yaşanmış.  İspanyollar ABD ile final oynamaya çok odaklı olduklarından dolayı bu tip detayları atladılar herhalde.) Onlar için de büyük bir şok olduğu kesin ama hak eden kesinlikle Fransa’ydı. Pau Gasol ilerleyen yaşına rağmen yine mükemmel oynadı. Bu tip turnuvaları asla küçümsemiyor ve her daim takımındakini yerini alıyor. Turnuvayı neredeyse 20 sayı ortalamayla tamamlayan Gasol’ün yaşının oyununu etkilemediğini bir kez daha gördük. Zaten atletizm ve hıza dayalı bir oyunu olmadığı için çok da şaşırtıcı bir durum değil. Önümüzdeki sezon Joakim Noah ile beraber Chicago Bulls’ta çok iyi bir pota altı ikilisi olacaklar. Pau Gasol emekli olana kadar elit bir uzun olarak kalacaktır.


Son olarak turnuva ödüllerini de değerlendirip yazıyı bitireyim. En iyi 5'te James Harden'ın yer alması gerekiyordu diye düşünüyorum. Murat Kosova ve İhsan Bayülken de ödüller verilirken bunu dile getirdiler. Harden'ın MVP olmasını beklerken onu ilk 5'te görememek oldukça enteresan oldu. Takımın lideri konumundaydı ve gerek skor gerekse asist anlamında sürükleyici güç oydu. Burada olması gerekiyordu. ABD takımından Kyrie Irving, Harden'la beraber takımı taşıyan 2. isimdi. Özellikle final maçında üçlükleriyle damga vurdu ve maçın erken kopmasını sağladı. Kenneth Faried grup maçlarında çok ekstra oynadığı için burada. Sonlara doğru biraz daha geri planda kalsa da, ABD maçlarının en az yarısında gözler onun üzerindeydi. Pau Gasol çok iyi bir turnuva geçirdi fakat çeyrek finalde elenen takımın oyuncusu en iyi ilk 5'te yer almamalıydı. 4. olan Litvanya'nın pivotu Jonas Valanciunas turnuva boyunca daha göz önündeydi ve çok efor sarfetti. O alınabilirdi. Neticede bu biraz da takım başarısı işidir. Gasol gerçekten çok başarılıydı ve 34 yaşında olmasına rağmen İspanya'nın en iyi oyuncusuydu. Turnuvanın da İspanya'da düzenlemesi, Gasol'ün son turnuvası falan derken bir onurlandırma gibi oldu. Nicolas Batum, turnuva boyunca Fransa'nın beklenenden ileriye gitmesinde büyük pay sahibiydi, üçüncülük maçı ve yarı final maçında ise turnuvaya damga vuran performanslara imza attı. Özellikle Sırbistan'a kaybedilen maçtaki 35 sayılık performansı, turnuvanın en iyisiydi diyebilirim. Son olarak Milos Teodosic, geçirdiği en iyi turnuvada bu ödülü hak ediyordu kesinlikle. Sırbistan'ın finale gelmesinde en büyük paya sahip oyuncu ve gerçek bir Avrupa basketbolu efsanesinin böyle onurlandırıldığını görmek güzeldi.

1 yorum :